Vidar">

lozan barış antlaşması'nın detaylı değerlendirmesi

 lozan barış antlaşmasının detaylı değerlendirmesi

Bu topraklara barışın hâkim olması ve tam bağımsız olmak amacıyla masaya oturulan ve imzalanan Lozan Barış Anlaşması’nın üzerine 98. yıl tamamlanmak üzere. Peki bu anlaşmanın tam maddeleri neydi, Ankara hükümetinin hangi şartları yerine getirilmişti?

lozanheyeti
(İsmet Paşa ve beraberinde Lozan heyeti)


Lozan Barış Anlaşması kuşkusuz Ankara Hükümeti için büyük bir başarı örneğiydi. Lozan Barış Anlaşması’nın genel başlıklar altında maddelerini incelediğimizde;

Sınırlar

Güney Sınırı: Fransa ile aramızda imzalanan Ankara Anlaşması’nda (1921) gösterilen sınır kabul edilmiştir.

Irak Sınırı: ırak sınırı konusunda çözümlenmedi. Bu konuda en önemli nokta olan Musul Sorunu’nun dokuz ay içerisinde İngiltere ile Türkiye arasında dostça çözümleneceği kararlaştırıldı.

Batı Sınırı: Misakı Milli’ye göre kabul edildi. Ayrıca Karaağaç ve yöresi, Yunanistan’dan alınacak savaş tazminatı bedeline karşılık elde edildi. İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adaları tarafımızdan alındı. Diğer Ege Adaları Yunanistan ile İtalya’nın egemenliğine bırakıldı. Ancak Yunanistan, Midilli, Sakız, Nikarya ve Sisam adalarını silahsızlaştıracaktı. (Görgülü, 1985, s. 182)

Sınırlar konusunda Misakı Milli sınırlarına büyük ölçüde ulaşılmıştır. Musul Sorunu, Türkiye aleyhine çözümlenmiştir.

lozan4

(Lozan'da konferans salonuna girilirken)

Kapitülasyonlar

Anlaşma ile birlikte adli, mali, ekonomik ve yönetsel alanlarda yüzlerce yıl sürüp giden bütün kapitülasyonlar, tüm sonuçlarıyla toptan kaldırılmıştır. Türkiye’deki yabancı ticari kurumlarda Türk kanunlarına koşulsuz bir biçimde uyacaktır. (Görgülü, 1985, s. 182)

Kapitülasyonların kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlık yolunda attığı en önemli adımlardan biriydi. Özellikle Osmanlı’nın çöküşe geçtiği dönemlere bakıldığında yabancı devletlere tanınan ayrıcalıklar, devletin gelirlerinin olması gerektiğinden çok daha az seviyelerde olmasına yol açıyordu ve zaman ilerledikçe batılı ülkelere bağımlı hale gelmesine yol açmıştı. Bu anlamda atılan bu adım, yeni devletin hiçbir dış baskı altında kalmadan hareket etmesi için çok kritik rol oynuyordu.

Azınlıklar

Bütün azınlıklar, Doğu Trakya ile Anadolu’daki Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler değiştirilecekti. Ancak İstanbul’un yerlisi Rumlarla Batı Trakya’daki Türkler bu değişime bağlı tutulmayacaktı. (Görgülü, 1985, s. 183)

Özellikle Batı Anadolu’da bulunan Yunanlar, Yunanistan’ın 1832 yılında uzun süreli bir bağımsızlık mücadelesi sonucu bağımsız olması ile büyük Yunanistan hayallerini gerçekleştirmek amacıyla batılı diğer devletlerin de çıkarlarına uygun olarak destekleniyorlardı ve Osmanlıya karşı ayaklanmalar oluyordu. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası burada “beş yıl sürenin ardından bir referandum ile Yunanistan’a katılabilecekleri” ibaresi konulan Sevr Anlaşması’na güvenerek Yunanlar Batı Anadolu’da mutlak hakimiyetleri olduğunu düşünüyordu ve savaş sonrası buradaki Türklere karşı baskıları artmıştı. Yerel halkın çıkarları doğrultusunda mutlak galibiyetle ayrıldığımız Kurtuluş Savaşı sonrası azınlıklar konusunda masada taviz verilmedi. Savaşta gelen başarı, masada da asıl söz hakkı sahibi olmamızı sağlıyordu. Ankara Hükümeti bu kozu kullanarak çoğu konuda aynı şekilde, taviz vermeden ilerledi.

izmirderumlar

(İzmir)

Savaş Tazminatları

Birinci Dünya Harbi dolayısıyla bizden istenen tazminattan, geleceğe bir borç bırakılmadan ve hiçbir şey ödemeden büyük bir başarı ile kurtulunmuştur.

Yunanlılar ise Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Türkiye’de büyük yakıp yıkmalar ve zulüm yaptığını, bunların askerlik kurallarına, uluslararası geleneklere uymadığını, bu nedenle verdiği zararı ödemesi gerektiğini resmen ve açıkça kabulleniyordu. Ancak Türkiye, Yunanistan’ın çok gücüz ve ekonomik açıdan yetersiz olması sebebiyle savaş tazminatı hakkından Karaağaç yöresini almakla vazgeçiyordu. (Görgülü, 1985, s. 183)

Günümüzde Edirne ilimize bağlı olan Karaağaç, Yunanistan sınırına yakın bir konumda bulunuyor. Özellikle Sevr Anlaşması sonrasında kaybettiğimiz Batı Trakya topraklarını tazminat olarak kazanmak, ekonomisine güvenilemeyecek ve iğne ipliğine bağlı olan Yunanistan’dan maddi bir ödenek beklemekten çok daha mantıklı bir seçenekti denebilir.

Devlet Borçları Sorunu

1854 yılından başlayarak, Birinci Dünya Harbi sonuna kadar Batı ülkelerinden aldığımız borçlar, büyük bir toplam tutuyordu. Bu borçlar, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla ortaya çıkan yeni devletlere, gelirleri oranında bölüştürülüyordu. Bize kalan bölümü ise, düzenli taksitlere ayrılmıştı. Bu taksitlerin altın veya sterlin olarak ödenmesini isteyen Batılı devletlerin önerisi kabul edilmemiş, Türk parası ya da Fransız Frankı olarak verilmesi kararlaştırılmıştı. Böylece borç toplamı bir hayli azalıyordu. Borçların ödenmesi üzerinde her türlü yabancı devletlerin gözetimine son verilmişti. Bu borçları her yıl düzenli bir biçimde ödemeye devam eden Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 25 Mayıs 1954’te bütün borçları temizlemiş, böylece vadesinden 29 yıl önce yükümlülüğünü yerine getirmişti. (Görgülü, 1985, s. 183,184)

Osmanlı’nın son 100 yılına genel bir bakış atıldığında gitgide kötüye giden bir ekonomi vardı. Biriken borçlar ve gelir kaynaklarının yarısının vergiler olması ile birlikte sürekli olarak açık veren devletin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra borcu iyice artmıştı. Bu düzensiz ve sürekli borçlanma Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmişti ancak bütün borç yükünün Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılması kabul edilemezdi. Osmanlı’dan ayrılan tüm devletlere güçleri ve gelirleri oranında paylaştırılması uluslararası geleneklere en uygun çözüm olacaktı. Bu uygulama yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin yükünü azaltmış ve rahatlatmıştı.

osmanli borclarinin taksimi

(İtalya 1926’da, Filistin 1928’de, Suriye ve Lübnan 1933’de, Irak 1934’de, Ürdün ve Maan 1945’de, Bulgaristan 1955’de, Yugoslavya 1960’da, borçlarını ödemişlerdir. Bunlara karşılık, Yunanistan, Suudi Arabistan, (Hicaz, Necit, Asir) Arnavutluk ve Yemen hiçbir borç ödemesinde bulunmamışlardır.)

Boğazlar Sorunu, Boğazlardan Geçiş ve Boğazların Savunulması

Dünyanın en önemli siyasal ve ekonomik konularından olan bu sorun, uzun ve şiddetli tartışmalara yol açmış, hatta görüşmelere katılan Rus temsilcinin gizlice öldürülmesine bile varmıştı. (Görgülü, 1985, s. 184)

Osmanlı kontrolündeki boğazlar, Batı dünyasının Karadeniz’e açılması için kritik öneme sahipti ve bu ülkeler kapitülasyonların yardımıyla bu boğazları aktif bir biçimde rahatça kullanabiliyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’de büyük bir savunma ve zafer ile boğazların bağımsızlığının Osmanlı’ya ait olduğu mesajı verilmek istense de diğer cephelerde gelen mağlubiyetler ve İttifak Devletleri’nin savaştan mağlup ayrılması ile birlikte bu zafer bir anlam kazanmadı ve masada kaybedildi. Sevr Anlaşması’nda Boğazlar konusunda Osmanlı Devleti’ne neredeyse hiç yetki verilmemesi sonrası Kurtuluş Savaşı’nı veren Ankara Hükümeti, Lozan Görüşmeleri ’ne “Boğazlar konusunda sıfır taviz” anlayışıyla gidiyordu. Nitekim şu sonuçlara varıldı;

Askeri olmayan gemiler ve uçaklar; barış zamanında serbestçe geçebilecektir. Savaşta Türkiye tarafsızsa yine serbest kalacaktır. Türkiye savaştaysa, tarafsız gemi ve uçaklara düşmana yardım etmemek koşuluyla yine serbest geçiş uygulanacaktır. Ancak düşman gemi ve uçaklarına Türkiye istediği gibi davranabilir.

Askeri gemi ve uçaklar, barış zamanında Karadeniz’e doğru geçişte, Karadeniz’e kıyısı olan devletlerden en güçlü donanması olandan daha fazla gemi (ve uçak) geçmeyecek. Bunun dışında, savaş gemisi ve uçaklarına geçiş serbest. (Bu Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde düzenlenecek.) bu geçişlerden doğacak sonuçlar, Türkiye için sorumluluk doğurmaz. Savaş sırasındaysa, Türkiye’nin tarafsız ya da savaşçı olması durumuna göre, ticaret taşıtları gibi ancak, barış zamanındaki taşıtları hakkındaki sınırlamaya göre hareket olunacaktır. (Görgülü, 1985, s. 184,185)

boğazlar

Gemilerin geçişleri ile ilgili belirli noktalarda verilen kararlar Türkiye aleyhineydi ancak bu sorunlar büyük ölçüde 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle aşıldı. Yine aşağıda bahsettiğimiz Lozan sonucu doğan haklar ile ilgili düzenlemeler de bu sözleşmeyle düzenlendi.

Uluslar Kurumu’nun garantisi altında Boğazların iki yakası askersizleştirilecekti. Boğazlardan geçişleri düzenlemek üzere bir uluslararası kurul oluşturulacaktı.

Bu önemli sorun da böyle çözümlenmişti. SSCB, Lozan Anlaşması’nın sadece bu bölümünü imzalamıştı.

Bu barışla çözümlenemeyen Musul sorunu ile sakat çözülen Boğazlar sorunu ile birlikte başka sorunlar, Cumhuriyet döneminde evre evre düzeltilmiştir.

Bunlardan Boğazlar sorunu ile diğer bazı sorunlar, Cumhuriyet döneminde yeniden düzenlemeye tabi tutularak çözüme bağlanmıştır. Musul, Misakı Milli sınırları içerisinde olmasına karşın, ulusal sınırlar dışında bırakılmak zorunda kalınmıştır. (Görgülü, 1985, s. 185)

Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936)

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türk Boğazlarından geçiş rejimini ve boğazlar bölgesinin güvenliği işlerini düzenleyen sözleşmedir. 1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerine geçmiştir.

Bu sözleşme ile birlikte savaş durumunda Türkiye, boğazlarda tek söz sahibi ülke olacaktır. Ayrıca boğazları denetlemek için kurulan uluslararası kurul bu anlaşmayla dağıtıldı ve tüm haklar Türkiye Hükümeti’ne verildi. Barış zamanında ticaret gemilerinin geçişinde yine serbestlik sağlanacaktı. Fakat Türkiye hükümetinin endişelendiği şey de silahsızlandırma koşulları savaş durumunda boğazlarda oluşan aleyhine durumdu. Bu anlaşma ile Türkiye’nin endişeleri giderildi. Sözleşmenin genel sonuçları olarak şunlar denebilir;

  • Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
  • Türk Hükûmeti, sözleşmenin, savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişine ilişkin her hükmünün yürütülmesine göz kulak olacaktı.

 

  • montröhaberk

KAYNAKÇA

Görgülü, İ. (1985). Ana Hatlarıyla Türk İstiklal Harbi. Kastaş Yayınları.

İnönü Vakfı. (tarih yok). Lozan Barış Anlaşması Tam Metni. İnönü Vakfı Web Sitesi: http://www.ismetinonu.org.tr/ adresinden alındı.

  • Gösterim: 2276