Ebrar">

köle ayaklanması ve iki farklı bakış açısı

Köle Ayaklanması ve İki Farklı Bakış Açısı

Mülkiyet insanlık tarihinin belli bir aşamasında ortaya çıkmıştır. Tarihçilerin Altınçağ adını verdikleri Neolitik dönemde, insanlar kolektif üretim yapmaktadırlar. Üretim sürecinde ortaklaşa çalışma ve herkesin eşit pay alma şansının bulunması erk'i ve dolayısıyla devleti gereksiz kılıyordu. Çünkü hem insanlar ortaklaşarak üretim yapıyorlardı hem de herkes gereksindiği yaşamsal ürünlere kolayca ulaşabiliyordu. Ancak zamanla üretim araçları gelişti ve bu araçlar üzerinde özel mülkiyetler oluştu.



   Çalışma ve üretim biçimleri özelleşince, mülkiyet de özelleşti. Böylece toplumsal dengeler bozuldu ve insanlar arasında üretim ve tüketim alanlarında eşitsizlikler doğdu. Bazı aileler diğerlerinden daha çok kazandılar ve üretim araçlarını ele geçirerek, onlar üzerinde egemenlik kurdular. Dolayısıyla devlet, bir anlamda kendiliğinden oluşan bu özel mülkiyet düzeninin yansıması olarak gündeme geldi (Wisbet, 1974)

   Roma döneminin köleci devleti de, bu tarihsel koşulların ürünüdür. Ancak ezilenler bu haksız sosyal düzene karşı ayaklanmışlardır. Bu ayaklanmaların ilki, Katilina Ayaklanması olarak bilinir. Bu ayaklanmada ilginç olan, ezilenlerin başında ezenlerin soyundan gelen Katilina'nın ezilenlerin soyundan geldiği halde, ezenlerin savunucusu olan Cicero'ya karşı olmasıdır. Ezenlerin temsilcisi olan Cicero, Katilina'ya karşı konsül seçilmiştir. Bu dönemde Romalı konsüller de kölelerle aynı vergiyi ödemektedirler. Bu durumun gerekçesi ezenlere göre, insanların tuz gereksiniminin aynı olmasıdır. Diğer bir deyişle bir soylunun da, bir kölenin de tuz gereksinimleri aynı olduğuna göre, vergileri de aynı olmalıdır. Ancak bu durum kölelerin yaşama şansını ortadan kaldırıyordu.


   Katilina, ağır toplumsal koşullar nedeniyle acı çekmekte olan kölelere önderlik ederek yoksullara toprak dağıtılmasını, halkın faizlerle katlanan borçlarının silinmesini ve vergilerin adil toplanmasını ister. Bu istekleri ezenler tarafından reddedilince de büyük bir köle ayaklanması başlar.

   Bu konuda Cicero Görevler adlı yapıtında şöyle demektedir: Vergileri yeniden düzenlemek, varlıklıların elindeki toprakları alıp kölelere dağıtmak ve borçları affetmek ha? Bu devleti temelinden sarsar. Devletin varlık nedeni mülkiyeti korumaktır. Buna karşılık olarak köleler ordusunun komutanlarından Manlius şöyle demektedir:

   "Bütün karışıklıkların, çatışmaların, kötülüklerin ve savaşların nedeni olan zenginliği istemiyoruz. İstediğimiz tek şey, insanca yaşamak ve özgür olmaktır." (Burchardt, 1997)

s 8af7730f6c9cd7e4cf32e845aed754406e4347d1
   Bu ayaklanmanın bastırılmasından kısa bir süre sonra, aynı nedenlerden tarihin en büyük hak arama eylemi olan Spartacus Ayaklanması başlar. Hayvanlardan daha kötü bir yaşama zorlanan kölelerin bu onurlu tepkisi de, başarısızlıkla sonuçlanır, fakat insanların eşitliği ve kardeşliği düşüncesi asla yok olmaz.

   Bu tarihsel olaylar bağlamında Seneca ve Cicero'nun bakış açılarının gözden geçirilmesi yararlı olacaktır. Seneca insanların aynı Gök Tanrı'nın eşit çocukları olduklarını ileri sürerek, hümanist bir yaklaşım sergilemiştir. Ayrıca insanları soy, etnik köken, zenginlik, vb. nedenlerden dolayı alt ve üst sınıflar şeklinde algılamanın ahlaki bir temelden yoksun olduğuna işaret etmiştir.

   Cicero ise, konsüllük yaptığı dönemde, egemen sınıfların temsilcisi olmuştur. Ancak bu konudaki tutumunu zamanla değiştirmiş ve yerleşik düzene tepkiler vermiştir. Bu tür düşüncelerini özellikle Yaşlılık (De Senec. tute) ve Dostluk (De Amicitia) adlı kitaplarında dile getirmiştir. Olgunluk yıllarının ürünü olan bu yapıtlarda doğruluk, dürüstlük, hakseverlik, yardımseverlik ve eşitlik erdemin göstergeleri olarak tanımlanmıştır. Ona göre insanlar arasında sevgi ve hoşgörüye dayanan dostluklar kurulmalıdır. İnsan ancak bu dost ilişkilerinin sıcaklığı içinde insanlaşabilir. Ruhun dinginliği ve esenliği, böylesi bir birlik ve bütünlük duygusuyla sağlanabilir.

   Görüldüğü gibi Cicero, zamanla konsüllük yaptığı yıllardaki düşüncelerinden uzaklaşmıştır. Nitekim Julius Ceasar'ın diktatörlüğüne yönelttiği eleştiriler nedeniyle önce köşesine çekilmeye zorlanmıştır. Ceasar'ın Senato'da öldürülmesinden sonra kısa bir süre umutlanan Cicero, yeni diktatörde de aynı anlayışın devam ettiğini görünce, tekrar eleştirel bir tutum almıştır. İşte  önce sürgün edilen ve sonra da kafası kesilerek öldürülen, ezenlerin değil, ezilenlerin haklarını savunan bu Cicero'dur. Diyalektik gelişmenin ilginç bir yansıması olan bu tür tarihsel olaylar, insanın insanlaşma sürecindeki serüveninin, çatışmalı ve değişken özelliklerini karakterize etmesi bakımından ilginç ve düşündürücüdür.



Kaynak:
Felsefe Düşünce Tarihi - Ayhan Aydın

  • Gösterim: 2486